ABD’yi daha şahane yapmayı boş ver, geçmişin hatalarını tekrarlama yeter

ABD’nin eski başkanı Barack Obama görevi süresince bir yandan kendisinden önce uygulamaya konulan savaş politikalarının sonuçlarıyla boğuşurken diğer yandan da ülkesindeki finans kriziyle mücadele etti. Sonuç olarak ABD’deki mevcut sistemi hayatta tutarak en temel görevinde başarılı oldu. Seçim öncesi vaat ettiği köklü değişim ve “Yes we can” sloganlarıyla çıtayı çok yükseklere koyması ise onu kendi iddiasının kurbanı olmasına neden oldu. ABD tarihinin en popüler başkanlarından biri olmasına rağmen halk sosyal eşitsizlik alanında bir değişim görmemesi ve kişisel gelirlerde söz verilen artışın yaşanmamasını affetmedi. Şimdi yeni başkan Donald Trump da benzer slogan ve vaatlerle çıtayı oldukça yükseğe yerleştirmiş durumda. Görev süresince çıtaya yaklaşıp yaklaşamayacağını birlikte izleyeceğiz. Ancak bu dönemin klasik bir siyasi kariyer formatında olmayacağı kesin görünüyor.

ABD’de başkanlık koltuğu dün düzenlenen devir teslim töreniyle Barack Obama’dan, Donald Trump’a geçti. Böylece Trump ülkenin 45’inci başkanı olarak göreve başladı. Yeni başkanın devraldığı ekonomik tablo ise oldukça tartışmalı. Kimileri kamu borcu sekiz yılda ikiye katlanarak 20 trilyon dolara dayanan bir ekonominin ancak enkaz olarak tanımlanabileceğini savunarak Barack Obama’yı eleştiriyor. Diğer cephe ise Obama’ya bakarak ‘Büyük Buhran’ sonrası dünyanın yaşadığı en büyük kriz sürecinde ülkesini sakin sulara yönlendirmeyi başarmış çok başarılı bir lider görüyor. Tarafsız bir gözle bakıldığında ise Obama’nın bu iki tanım arasında bir yerlerde olduğunu söylemek mümkün.

Obama 2009’da başkanlık koltuğuna oturduğunda ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyordu. Patlak veren mortgage krizi küresel finans sistemini bir bütün halinde tehdit ederken kitlesel işten çıkarmalar ABD’de işsizlik oranının yüzde 10 seviyelerine taşıdı. Büyüme çeyrek bazda eksi yüzde 8’lere inerken finans ve otomotiv sektörleri iflasın eşiğine geldi. Obama başkanlığının ilk döneminde piyasalara sağladığı toplam 1.5 trilyon dolarlık destek fonları ve vergi indirimleriyle ‘küresel finans sistemi’ olarak bildiğimiz mevcut yapının hayatta kalması sağlandı. (Bunun iyi veya çok kötü bir fikir olup olmadığı sorusu ise başka bir yazının konusu olsun).

Ancak bu destek özellikle küresel borsalarda Mart 2009’dan itibaren ardı arkası kesilmeyen bir yükseliş dönemi başlattı. Bu çıkış çok sayıda şirket ve sektörün işine yaramasına rağmen özellikle Silikon Vadisi’nin yeni nesil şirketleri için yeni bir dönemin başlamasına neden oldu. Apple meşhur iPhone telefonunu tanıtalı henüz 2 yıl olmuştu. Airbnb ve Uber gibi platform kapitalizminin ilk temsilcileri onları kuracak olanların akıllarında parlak fanteziler olarak dolaşıyordu. Facebook ve twitter başta olmak üzere sosyal medya kavramı ise emekleme safhasında bile değildi. Bu şirket ve sektörler 2009’dan itibaren dünya çapında duyurulan bol para politikalarının kazananları oldu. Sermaye piyasalarına akan trilyonlarca dolar ilk etapta batık bankaları kurtarmak için kullanılırken diğer taraftan da Microsoft, Google ve Amazon’dan sonra Silikon Vadisi’nin ikinci nesil şirketlerinin büyütülmesi için harcandı.

ABD’li teknoloji şirketlerinin amansız yükselişi başta iletişim, küresel ticaret ve güvenlik konuları olmak üzere ülkeyi kısa sürede en yakın rakibi Avrupalılar ile bile aralarında en az 10 yıllık teknoloji farkın oluşmasına neden oldu. Bunlar ABD açısından bakıldığında Obama’nın karnesine yıldızlı pekiyi olarak geçti. Ama bu gelişmeler ABD’ye ağır bir bedel ödetti. Zira hızlı dijitalleşme süreci demir, çelik, kömür, tekstil, kimya gibi eski sanayi kollarında var olan iş alanlarının bir daha geri gelmemek üzere ABD’yi terk etmesine neden oldu. Bunların yerine gelen teknoloji temelli yeni iş alanları ise sadece çok üst düzey nitelikli elemanlara baş döndürücü fırsatlar sundu. Geriye kalan düşük nitelikli geniş kitlelere ise başta lojistik (Kargo) ve çağrı merkezleri olmak üzere düşük maaşlı, niteliksiz ve sosyal haklarının olmadığı iş alanları bırakıldı. Evet, 2009’da yüzde 10.1’e kadar çıkan işsizlik oranı bugün yüzde 4.7’ye indi ama bu düşüş yukarıda belirtildiği gibi oldu. Bu gelişme Wall Street ve Silikon Vadisi’nin işgal ettiği basın gündeminde yer almadığı için genellikle yok sayıldı. Ama sıradan halk ilk seçimde tamamen sistem dışı bir ismi ülkenin başına getirerek Obama’nın çok başarısız olduğu bu konunun altını çizmiş oldu. Dikkat ederseniz Donald Trump’ı başkanlık koltuğa oturtan da yine bu istihdam konusu oldu. Kimse ciddi olarak Trump’tan 2009 krizini patlatan ve hala CEO koltuklarında oturan Wall Street patronlarını yargılanmasını beklemiyor.

Çılgın tezahüratlara rağmen Meksika sınırına duvar yapılış veya yapılmamış kimsenin umurunda değil tartışılan konu duvarın parasının kimin vereceği ile ilgili. Ayrıca NAFTA başta olmak üzere serbest ticaret anlaşmalarının kime ne kazandırdığı veya kaybettirdiği de ciddi olarak sorgulanmıyor. Hatta propaganda döneminde sarf edilen ırkçı söylemler ve kadınları hedef alan aşağılayıcı açıklamaların da peşine düşen yok. Hepsinin ötesinde dijital teknolojiler ve sosyal medyanın arkasına gizlenerek başta ABD olmak üzere dünyada en az 2 milyar insanın özel hayatını kayda almak suretiyle işleyen küresel fişleme ve totaliter gelişmeler de kimsenin umurunda değil. Peki istenen ne? Make America great again, yani Amerika’yı yeniden büyük ve güçlü yap. Olur.

“Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü bilirsiniz. Eğer geçmişte yaşanan olaylardan ders almazsanız sürekli aynı şeylerin başınıza geldiğini görürsünüz. Yalnızca 8 yıl önce genç ve son derece etkili konuşan siyah Amerikalı bir siyasetçi de benzer sloganlarla ABD seçimlerini kazanmıştı: “Change we can believe in”, “Yes we can”. İnanabileceğimiz bir değişim için harekete geçelim. Birlikte başarırız. Bu çağrı dünya çapında hem kulaklara hem de yüreklere çok hoş geldi. Ancak kısa sürede bu lokmanın boğazdan geçemeyecek kadar büyük olduğu anlaşıldı. Eşitsizlik makası başta ABD olmak üzere dünya çapında açılmaya devam etti. Yetmiyormuş gibi genç başkana daha koltuğuna doğru düzgün oturmadan Nobel Barış Ödülü verilmesine rağmen aynı başkan her salı günü kendini ‘ölüm listeleri’ hazırlarken buldu.

Şimdi yeni başkan yeni ümitlerle başkanlık koltuğuna oturdu. Söz ve icraatlarının hangi yöne gideceğini ise hep beraber göreceğiz. “Make America great again” yerine kendisine “Don’t do it again” demek istiyorum. Eğer geçmişin hatalarını tekrarlamayacak olursa bu Trump’ın siyasi kariyerindeki en büyük başarısı olacak.