İngiltere Başbakanı David Cameron’ın AB karşıtı çıkışları dün Davos’ta da devam etti. Cameron ülkesinin asla Euro Bölgesi’ne girmeyeceğini belirterek AB’nin kendini toparlaması halinde bile bu seçeneğin gündeme gelmeyeceğini söyledi. Dinleyenlere adeta ekonomi ve demokrasi alanında ders verircesine konuşan İngiltere Başbakanı, “Ben AB’ye sırtımızı dönme taraftarı değilim. Ancak AB küresel anlamda rekabet ve yaratıcılık gücünü yitirmiş durumda. Biz daha rekabetçi ve esnek bir AB’den yanayız. AB bu standartları yakalasa bile İngiltere olarak Euro Bölgesi’ne girmemiz asla gündeme gelmeyecektir” dedi.
YANLIŞ HESAP
Cameron’un bu çıkışları ise AB üyeleri tarafından yanıtsız kalmadı. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere üye ülkeler İngiltere’nin ‘ayrıcalıklı kulüp üyesi’ statüsünün kabul edilemeyeceğine işaret etti. Ayrıca İngiltere’nin sürekli gündeme getirdiği, “üzerimize gelmeyin yoksa AB’den çıkarız” mızmızlanmasında sıkılan Avrupalılar ise Londra’nın ısrarcı olması halinde üyelikten çıkmasının gerektiğine işaret ederek böyle bir durumdan öncelikli olarak Londra’nın zararlı çıkacağı uyarısında bulunuyor. Aslına bakarsanız aynı sonucu AB-İngiltere arasında gerçekleşen ticaret rakamları da veriyor. Buna göre İngiltere 2011’de AB’den 422 milyar dolarlık ithalat yaparken AB’ye yönelik olarak da 306 milyar dolarlık ihracat yaptı. Bu rakam ülke ihracatının yüzde 50.4’üne denk geliyor. Diğer bir ifadeyle İngiltere’nin AB’den çıkması halinde özellikle dış ticareti ağır bir darbe alacak. Ancak ülkenin ne iç piyasası ne de alternatif ihracat pazarları bu açığı kapatabilecek büyüklükte değil. Peki Cameron’un ‘cengaver’ tavrını nasıl değerlendirmek gerekir?
VERGİ YÜKÜ GELECEK
Londra’nın öncelikli planı 2017’ye kadar yapılacak referandumdan “AB’yi terk edelim” kararının çıkması halinde İsviçre veya Norveç modelinde olduğu gibi AB ile iç ticaret alanında ayrıcalıklı bir statü elde ederek ticari ilişkilere devam etmek. Ancak bu statü mevcut durumun aksine İngiltere’yi koruyucu bir yapıya sahip olmayacağı için İngiltere’nin AB genelinde ihracat yapabilmesi için çok daha rekabetçi ürünlere sahip olmasını gerektirecek. Ayrıca aynı İsviçre ve Norveç örneğinde olduğu gibi AB bu ülkelerde istediği her ürünü gümrük duvarına takılmadan satarken, söz konusu iki ülke AB’ye ürün satmak istediğinde vergi ödemeleri gerekiyor. AB’yi terk etmesi halinde aynı durum İngiltere için de geçerli olacak. Böylece AB-İngiltere arasında yapılan mevcut 700 milyar dolarlık ticaret hacminde Londra’nın AB’ye mal satabilmesi için yıllık toplam 4 miyar dolar ek vergi ödemesi gerekecek.
SANAYİ ÜRÜNLERİ YETERSİZ
Ama asıl sorun İngiltere’nin sanayisi ile ilgili. Ülke sanayisinin başta Almanya olmak üzere karşı karşıya kalacağı yeni küresel rekabet ortamına karşı koyabileceği kalitede çok sayıda sanayi ürünü bulunmuyor. Ülkenin otomotiv sektörü 1990’lı yılların ikinci yarısı itibariyle yabancılar tarafından satın alındı. Elektronik ve telekomünikasyon alanında ise Asya’yla rekabet edecek herhangi bir markaya sahip değil. Ülkenin kimya alanında sahip olduğu ürünler ise güçlü Alman markalarıyla rekabete girmek zorunda ki, bu savaş oldukça zorlu geçecek. İngiltere’nin en güvendiği finans sektörü ise daha şimdiden Hong Kong ve Singapur gibi Asya’nın yükselen ülkelerine karşı ayakta durmakta zorlanıyor. Güçlü bir AB desteğinin eksikliğinde bu direniş çok daha çetin hale gelecek.
TEK UMUT ‘BÜYÜK ABİ’
Ayrıca referandum açıklamasıyla ülke gelecek dört yılını da belirsiz hale getirerek İngiltere’ye yönelik yabancı yatırımların frenlemesine neden olacak. Mevcut yatırımcılar ise ya yatırımlarını donduracak veya en kısa sürede daha güvenli limanlara yelken açmak için harekete geçecek. Ekonomik tablo böyleyken Cameron’un açıklamalarını kavrayabilmek çok da kolay değil. Ancak görünen o ki Londra, Washington’dan gelen siyasi desteğin ekonomik alanda da artmasını bekleyecek. Aksi halde neredeyse boş tribünlere oynayan Cameron’un ülkesine olan faturası ağır olacak.
İngiltere AB’den ne istiyor?
- AB’nin rekabet gücü artmalı
- Kararlarda çok daha esnek olunmalı
- Yönetme gücü Brüksel yerine üye ülkelere kaymalı
- Eşitlik ve güven duygusunun sağlanması
- Londra’nın finansal kısıtlamaların dışında tutulması
- Brüksel’den gelen her kararın İngiltere için geçerli olmaması